Makale
YaÅŸam, Fanilerin Sahih Bir ÅžahitliÄŸidir; Konu Devlet Olsa BileÂ…
Kenan Evren Öldü. Her fani gibi ölümü tattı ve O’na döndürüldü.
Kenan Evren’in nasıl yaÅŸadığına dair hayatta kalanlar ÅŸahitlik ettiler elbette. Ölüm gibi tartışmasız ve sahih bir uÄŸrak karşısında ÅŸahitliklerin ‘olması gerekenleri’ taşıması beklenir. Fakat ÅŸahitliklerdeki olması gerekenler, Kenan Evren gibi ‘kamusal bir ölünün’ ÅŸahitliÄŸinde yaÅŸanamadı. Her kamusal ölü de yaÅŸandığı gibi.
Ölüm haberinin ilk saatlerinden itibaren zembereÄŸinden boÅŸanmış bir eleÅŸtiri dalgası yükseldi. Öncelik siyasete aitti tabiatıyla. Siyaset cenahı bil ittifak cenazesine gitmeme kararı aldı. Devlette devamlılık ilkesi gereÄŸi baÅŸta mensup olduÄŸu Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere ‘kurumsal devlet’ onu bir devlet töreni ile gömdü. Basın cenahı birkaç gün yazdı çizdi, halk cenahından cılız tepkiler de vardı ama anlamsız siyasal uÄŸultular arasında kaybolup gitti. Olay tavsadı, Kenan Evren’in ölümü tüketildi.
Olaya taraf olan yaÅŸayanların ölene ait ve ölüme yönelik ÅŸahitlikleri hiç gündeme gelmedi. Mesela Kenan Evren’in zavallı bir adam olduÄŸunu hiç kimse dile getirmedi. Kenan Evren nezdinde temsil edilen muktedirlerin esasında kimler oldukları da aÅŸikâr edilmedi. Ona en yüksek perdeden sayıp sövenlerin, nasıl bir Türkiye istedikleri konusunda kendilerine ait fikirlerinin ana temasının, Kenan Evren nezdinde billurlaÅŸan yönetim anlayışından pek farklı olmadığı kendilerine bir türlü itiraf ettirilemedi. Türkiye’de siyaset hiçbir zaman için darbeler ile yüzleÅŸmedi ve yüzleÅŸmeye de hiç niyeti yok. Zira Türkiye’deki her siyasal varoluÅŸ darbelerin ÅŸu veya bu ÅŸekilde ürünleri mesabesindedir.
Bir ‘Darbe’ Anayasası olan 1982 Anayasa metni müteaddit defalar deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸramış olmasına raÄŸmen halen yürürlüktedir. % 99 evet oyu ile yürürlüÄŸe sokulmuÅŸ bulunan 1982 Anayasası hangi sosyal ve siyasal ihtiyaçların bir ürünündür. Zira Anayasa metinleri teorik olarak ‘sosyal kontratlardır’. Bir tarafında devlet aygıtı diÄŸer tarafında ise toplum vardır. Türkiye’de Anayasal metinler, hiçbir zaman sosyal kontrat olabilmiÅŸ deÄŸildirler. Türkiye’de anayasal metinler, muktedirlerin iktidarlarını beyan ettikleri güç gösterileridir. Türkiye’de yapılmış olan bütün anayasalar toplumsal bir konsensüsü yansıtan sosyal ve siyasal kontratlar olmayıp devletin güçlü belirleyiciliÄŸi altında oluÅŸturulmuÅŸtur. Kaldı ki; Türkiye’de devletin bir anayasa yapma ihtiyacı toplumsal itkinin bir sonucu olarak deÄŸil, devleti kontrol eden siyasal kadroların kendi güçlerini bir anayasa yapabilme iradesi ile ispata yönelik güç gösterisi olarak tezahür etmektedir. Bir anayasanın gerekliliÄŸini savunan merkezi siyasettir ve mevcut anayasayı askıya alan, deÄŸiÅŸtiren ve yeni bir anayasa vazeden de merkezi siyasetin bizatihi kendisidir.
12 Eylül Askeri Darbesi, Türkiye’de önemli deÄŸiÅŸim ve dönüÅŸümün yaÅŸanabilmesi için yapılmış olan bir devlet müdahalesidir. Darbenin niyeti ile sonuçları görünürde biri birlerine taban tabana zıttır. Nedeni; Türkiye’nin önemli bir deÄŸiÅŸimi ve dönüÅŸümü yaÅŸayabilmesi için gerekli alt yapının oluÅŸturulması ile öngörülen deÄŸiÅŸimin ve dönüÅŸümün toplumsal planda meÅŸruiyet zemininin saÄŸlanmasıdır. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ile oluÅŸturulan yönetim ve bu yönetim aracılığı ile yaptırılan yeni Anayasa, katı bir devletçiliÄŸi amaçlıyordu. Fakat yapılan ilk seçimlerde sandıktan Turgut Özal liderliÄŸindeki liberal eÄŸilimli Anavatan Partisi (ANAP) iktidar olarak çıkmıştır.
1970’lerin sonu ile 1980’li yılların başında yükselen neoliberal ekonomi politikaları ve buna baÄŸlı siyasal yapılanmalar Türkiye’ye ulaÅŸmakta gecikmemiÅŸti. Türkiye, merkezi devletlerin estirmiÅŸ olduÄŸu neoliberal ekonomi düzenine eklemlenmiÅŸ, 1960 ile 1980 yılları arasında yaÅŸamış olduÄŸu içe dönük ve kapalı yapısından hızla sıyrılarak dışa açılmış ve neoliberal ekonomi politikalarının uygulanması yönünde bölgesinde önemli görevler üstlenmiÅŸtir.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin katı devletçi amacı ile liberal eÄŸilimli ANAP’ın iktidar olabilme baÅŸarısı bir paradoks olarak görülebilir. Neoliberal ekonomi politiÄŸinin temel ayırt edici özelliÄŸi; faaliyetlerinde kendisine engel teÅŸkil edebilecek ekonomik, sosyal ve siyasal hiçbir örgütlü gücü karşısında görmek istememesidir. Neoliberal ekonomi anlayışında sekterci olarak görülen bütün örgütlü güçler tasfiye edilmelidir. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, Türkiye’deki hem sol karakterli hem de saÄŸ karakterli bütün aşırı uçları tasfiye etmiÅŸ, bu unsurların örgütlenme becerilerini ve en önemlisi ideolojik meÅŸruiyetlerini ortadan kaldırarak siyaseti merkeze doÄŸru itmiÅŸtir. ANAP Türkiye’de mevcut bulunan bütün siyasal eÄŸilimleri bir potada eriterek bu merkezileÅŸmeyi elle tutulur bir hale getirmiÅŸ, seçmenin büyük teveccühünü kazanmış, ülke genelinde özgürlük rüzgârları estirmiÅŸtir.
ANAP iktidarının estirmiÅŸ olduÄŸu özgürlük rüzgârı siyasal bir özgürlük rüzgârı deÄŸildi elbette. Liberal ekonomi faaliyetlerinin karşısına dikilen engellerin kaldırılması yönündeki siyasal faaliyetlerin özgürlüÄŸüdür kastedilen. Devlet eli ile yürürlüÄŸe sokulmuÅŸ bulunan liberal ekonomi politikaların yürütülmesinin karşısındaki en büyük engel yine devletin kendisiydi. Zira Türkiye’de devlet aygıtı homojen bir yapı arz etmemektedir. Türk siyasal kültürüne damgasını vurmuÅŸ bulunan ‘siyasetin devlet katında deruhte ediliyor olması durumu’, siyasetin üretmiÅŸ olduÄŸu çeliÅŸki ve çatışmaların da devlet katında oluÅŸuyor olmasının ana nedenidir.
Devlet dışı sivil unsurların kendi mecralarında ortaya koymuÅŸ oldukları siyasal faaliyetler, devlet katında çatışan siyasal aktörlerin elini güçlendiren ve iktidar aygıtını kontrol hakkını saÄŸlayan meÅŸrulaÅŸtırıcı araçsallıklardan öteye geçememektedir. Devletin icra makamını oluÅŸturan sivil iktidarların, iktidarları boyunca yaÅŸamak zorunda oldukları muktedir olup olamama endiÅŸesinin ana nedeni, devleti koruyup kollayan adeta görünmez bir güç olarak çalışan bir yapının varlığıdır. HerÅŸeyi izleyen ve gerektiÄŸinde müdahele eden bu yapının varlığı reel bir varlık mıdır yoksa muhayyel bir öngörü müdür? Ä°ster reel yani organik bir yapılanma olsun isterse de siyasal çatışmaların meÅŸru ya da gayrimeÅŸru olduÄŸuna dair kıymet bildiren muhayyel bir varlık olmuÅŸ olsun Türkiye’deki bütün siyasal varlık iddiaları bu yapıyı kabul etmekte ve ona bir ÅŸekilde dahil olmanın yollarını aramaktadırlar.
Türkiye’deki siyasetin merkeze doÄŸru hareketliliÄŸi aynı zamanda bu yapıya doÄŸru bir hareketliliktir. Bir siyasal varlık merkeze doÄŸru hareketlendikçe ‘makul’ olana doÄŸru bir seyir içerisinde olduÄŸu iddiası, hareketlilik içerisinde bulunan siyasal varlığın iddiasından daha çok bu yapının aÄŸzından ifade ettirilen bir niyete iÅŸaret etmektedir. Özellikle merkezi siyasete raÄŸmen oluÅŸmuÅŸ bulunan siyasal varlık iddiaları, kendilerini muktedir hissettikleri andan itibaren merkeze doÄŸru bir hareketlilik içerisine girerler. Güç aldıkları çevreye raÄŸmen ortaya konulan bu hareketlilik toplumsal olmaktan ziyade, siyasal varlığı temsil eden siyasal seçkinlerin bir tercihidir. Bu tercihi meÅŸrulaÅŸtıran ise; merkezi siyasete hükmeden bu yapının baskısı altında oldukları iddiasının tabanda seslendirilmesi ile baÅŸlayan süreçtir. Bu süreç merkezi ele geçirme iddiası ile ivme kazanır ve iktidarı durumunda bir ‘hesaplaÅŸma’ gösterisinden sonra merkezi siyasetin yeni unsurları olarak hak etmiÅŸ oldukları yeri alırlar. Fakat bu bitmeyen bir kavgadır. Merkezi siyaseti eleÅŸtiren ve merkezin siyasal çıktılarından beslenen ‘merkezkaç’ güçlerin oluÅŸturduÄŸu siyasal varlıklar merkeze dâhil olduktan itibaren devletin yani merkezi siyasetin bir unsuru haline dönüÅŸürler.
Türk siyasal yaÅŸamında ana deÄŸiÅŸim ve dönüÅŸümleri yerine getiren bizatihi devletin kendisidir. Türkiye’de deÄŸiÅŸim ve dönüÅŸümler, devletin kendisini eleÅŸtirmesi ile baÅŸlamakta ve derinlik kazanmaktadır. Bu baÄŸlamda 12 Eylül Askeri Darbesi esasında 1960 Askeri Darbesinin bir eleÅŸtirisidir. 1960 askeri darbesinin sunmuÅŸ olduÄŸu siyasal özgürlükler 1980 Askeri darbesi ile büyük oranda tırpanlanmış, siyasal örgütlenmelerin ve bu örgütlenmelerin temsil edilmesinin önüne büyük setler çekilerek toplumsal bir ‘depolitizasyon” bir ortam oluÅŸturulmuÅŸtur. Bu durum neoliberal politikaların iÅŸletilmesi noktasındaki gerekli olan zeminin oluÅŸumunu saÄŸlamıştır.
Liberal düzenin saÄŸlıklı iÅŸleyebilmesi için geniÅŸ ölçüde bir sivil alana ihtiyaç vardır. ANAP iktidarı sivil alanı geniÅŸletmeye çalışarak devlet eliyle bir sivil toplum yaratmak istemiÅŸtir. ANAP iktidarı Türk orta sınıfını geniÅŸletmeye çalışmış, sivil ve askeri bürokratların hâkim olduÄŸu Türk orta sınıfına farklı unsurların dâhil olabilmesi için ekonominin dinamizmini kullanmıştır. Sermayenin tabana yayılması giriÅŸimleri olarak adlandırılan ekonomik faaliyetler neticesinde devlet kaynaklarından az ya da hiç faydalanamayan özellikle Anadolu giriÅŸimcisi, devletten transfer edilen dolaylı ya da dolaysız sermaye ile Türk orta sınıfın yeni unsurları haline gelerek artık devlet katında görünüyor olmaÄŸa baÅŸlamışlardır.
Ä°slamcı bir geleneÄŸe sahip olan Milli Selamet Partisi’nin (MSP) 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ile siyasetten uzaklaÅŸtırılmasının ardından kurulan Refah Partisi (RP) geleneksel ideolojik dil kullanımını alt seviyelere çekerek sivil toplumun dilini kullanmıştır. Ä°lk önce büyük ÅŸehirlerdeki yerel yönetimlerde iktidara gelmiÅŸ, ardından birinci parti konumuna yükselerek hükümet kurabilme gücünü elde etmiÅŸtir. RP’nin bu yükseliÅŸi karşısında parti Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmış, yerine Fazilet Partisi (FP) kurulmuÅŸtur. Abdullah Gül liderliÄŸindeki yenilikçiler FP’den koparak Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (Akparti) kuruluÅŸ sürecini baÅŸlatmışlar nihayetinde Recep Tayyip ErdoÄŸan liderliÄŸinde Akparti kurulmuÅŸtur.
Akparti’nin kuruluÅŸ ve iktidara yükseliÅŸ süreci, ANAP iktidarının Türk sivil toplum alanını yaygınlaÅŸtırma ve onu derinleÅŸtirme faaliyetlerinin bir sonucudur. Akparti MSP geleneÄŸinin ana retoriÄŸini terk ederek ‘merkez saÄŸ’ bir parti görüntüsü çizmiÅŸtir. Türkiye’nin klasik ulus-devlet anlayışını sivil toplumcu bir dil kullanarak kıyasıysa eleÅŸtirmiÅŸ, Akparti, MSP’sini deÄŸil de DP’yi ve ANAP’sini kendisine siyasal bir geçmiÅŸ olarak seçmiÅŸtir.
Akparti’nin birinci iktidarı döneminde sivil toplumcu dili çok yüksek olmasına raÄŸmen ikinci iktidarı döneminden baÅŸlayarak bu sivil toplumcu dili azaltmaya baÅŸladığı gözlemlenmektedir. Akparti’nin Türkiye’nin bölünmüÅŸ bir toplum olduÄŸu gerçeÄŸinden yola çıkarak oluÅŸturmuÅŸ olduÄŸu siyasal dili ve bu dilin özeti konumundaki ‘Millet Ä°radesi’ vurgusu; Türk Siyasal Kültürünün tarihsel çeliÅŸki ve çatışma öbekleÅŸmesinin bir tezahürüdür. KiÅŸiselliÄŸin ve bu kiÅŸisellik etrafında kümelenen iktidar talebinin ana belirleyici faktör olduÄŸu ikbal arayışı ve iktidarı durumunda beka endiÅŸeleri, egemenlik ve onun billurlaÅŸtığı devleti önceleyen bir yönelim halini almaktadır. Akparti’nin muhafazakâr bir yönelim içerisine girmiÅŸ olması; “yönetim hakkı” hususundaki seçkincilik temelli kadim Türk siyasal kültürünün egemenlik olgusunun güçlü bir izdüÅŸümüdür.
Akparti’nin bölünmüÅŸ toplumsallıklar üzerinden geliÅŸtirmiÅŸ olduÄŸu siyasal dilinin ana temasını Türkiye’nin hükümferma bir mahiyet arz eden siyasal ve toplumsal geçmiÅŸi oluÅŸturmaktadır. Akparti’nin mevcut siyasal dili Türkiye’deki bütün Ä°slamcı unsurların varlık nedenlerini derin bir meÅŸruiyet krizine sokmuÅŸ, bu unsurları devlete eklemlemiÅŸtir. Bu meÅŸruiyet krizi neticesinde Türk sivil toplumunun önemli temsilcileri olan cemaatler adeta devletleÅŸtirilmiÅŸlerdir.
Bu kısa analizin ardından her fırsatta devleti kurtardığını iddia eden ve bu iddiasında da samimi olan devletçi Kenan Evren, yapmış olduÄŸu darbenin nerelere savrulmuÅŸ olduÄŸuna ÅŸaşırmış, ÅŸaÅŸkın bir zavallı gibi ölmüÅŸtür. Kenan Evren’i hesaba çağıran iktidarda olsun veya olmasın bütün muktedirler, onun boyuna asmış oldukları davulu çala çala bu zavallı ÅŸaÅŸkının itibarsız bir ÅŸekilde gömülmesine izin vermiÅŸlerdir.
Allah hesabı çabuk görendir…
Henüz yorum yapılmamış.